Yakın zamanda okuduğum ve çok beğendiğim bir kitabı sizlerle paylaşmak isterim.
Kitabın ismi “
İş Dünyasında Zirveye Giden Yol – Başarılı Olmak İçin Değiştirmeniz Gereken 20 Alışkanlık”. Türkçe ismi oldukça itici olmakla birlikte orijinal ismi çok daha dikkat çekici: “
What Got You Here, Won’t Get You There”.
Kitabın yazarı
Marshall Goldsmith, 30 yıldan daha fazla bir süredir Amerika’nın en üst düzey; şirket, kamu, ordu vb. üst yönetimlerine koçluk hizmeti veren bir kişi. Bu kitapta da, yıllar boyunca görüştüğü, beraber çalıştığı CEO adayı, YK Başkanı ve/veya adaylarında gördüğü temel özellikleri ve eksiklikleri örnekleri ile veriyor. Bu örnekler ile birlikte şu soruya cevap aramamızı istiyor:
Daha iyi olmak için Nasıl Değişebiliriz?
1. Zafer takıntısı: Bu davranış, başarılı kişilerde görülen en yaygın davranış problemi olarak adlandırılır. Temeli şirketlerde yaratılan rekabetçi ortama dayanmakla birlikte her tartışmada haklı çıkmak ve kendi istediğini yaptırma dürtüsü kendisini aile içi ilişkilerde ve sosyal hayatta da gösterir. En iyi örnek şu; “eşinizle birlikte akşam yemeği için bir restoran seçerken her seferinde sizin seçtiğiniz restorana mı gidiliyor?”
2. Gereğinden fazla yorum yapmak: Herhangi bir tartışma, konuşma veya toplantıda bir yöneticinin çalışanının bir görüş, yorum veya önerisine “harika bir fikir, teşekkürler” diyerek motive edip konuyu daha sonra olgunlaştırmak yerine, “iyi fikir, fakat bunu şu yoldan denersen daha iyi olur” deme yaklaşımı. Bu yolla fikre belki %5 değer katıyor olabilirsiniz ama çalışanın motivasyonunu da %50 azaltmış olursunuz. Çünkü bu noktadan sonra çalışanın fikri mülkiyetini ele geçirmiş, hevesini kırmış olursunuz.
3. Yargılamak: Bahsedilen yargılama, kendiniz veya bir işinizle ilgili bir konuda bir görüş/yorum istediğiniz bir çalışama arkadaşınızın sözlerini kişisel olarak algılayarak savunmaya geçme ve hemen cevap verme eğilimi. Tamam kimse eleştirilmekten hoşlanmaz, ama sırf fikrini söyledi diye amansızca yargılanmaya da kimse bayılmaz. Bu kişiden alacağınız bir sonraki cevap uzun bir sessizlik ve omuz silkme olacaktır. Bu alışkanlığı değiştirmenin ilk adımı, bir hafta boyunca size sunulan fikirleri yargılamadan dinlemek ve sadece “teşekkür etmek” olabilir.
4. Yıkıcı yorumlar yapmak: Bahsedilen yorumlar; gün içerisinde kasıtlı ya da kasıtsız olarak ağzımızdan çıkan, insanları aşağılamaktan, incitmekten veya kendimizi onlardan üstün görmeye çalışmaktan başka bir işe yaramayan, kalp kırıcı ve iğneleyici sözlerdir. Sizin ağzınızdan çıkarken gayet zararsız ve esprili olduğunu düşündüğünüz bir söz karşı tarafta kırıcı, yıkıcı hatta aşağılayıcı olarak algılanabilir. Bu nedenle konuşmaya başlamadan önce bir kez yutkunup şu soruyu sormak çok önemli; “Bu yapacağım yorum karşımdaki kişinin işine yarar mı?”
5. Söze “Hayır”, “Fakat” veya “Halbuki” ile başlamak: Söze “hayır”, “fakat” veya “halbuki” diye başlarsanız, ses tonunuz ne kadar yumuşak, mülayim ve devamında söylediğiniz sözler ne kadar gurur okşayıcı ve onu destekleyen şekilde devam ederse etsin, karşıya giden mesaj şudur; “ sen haksızsın!”. Bu noktadan sonra karşı taraf neden haklı olduğunu ispat etmeye başlayacağı için konu uzar ve ilk maddedeki zafer takıntısı davranışına kayarak iki taraftan birinin inadına kalır. Çözüm mü? Ne zaman bir cümleye bu üç kelime ile başlarsanız bir kavanoza 5 TL atmaya başlayın.
6. Dünyaya ne kadar akıllı olduğunuzu haykırmak: Bu davranışın en güzel örneği karşımızdaki kişi bir görüş bildirirken vücut dilimiz ile sabırsız bir şekilde başımızı sallarken, saatimize bakarken ve parmaklarımızla masayı döverken gözlemlenir. Tipik giriş cümlesi de; “ben bunu zaten daha önceden biliyordum”’dur. Hepimiz odadaki en akıllı kişi olmak isteriz, ancak bunu açıkça ilan etmek çevremizdekileri küçümsemek olarak algılanır. Bir dahaki sefer ağzınızı açarken sadece, “bunu söylemeye değer mi?” diye düşünsek bu alışkanlıktan uzaklaşmaya başlarız. Hemen arkasından gelmesi gereken adım da, “teşekkür ederim” cümlesi olmalıdır.
7. Sinirliyken konuşmak: Eğer çabuk ve çok sinirlenen birisiyseniz insanlar ve çalışma arkadaşlarınız üzerinde bırakacağınız izlenim yüksek ihtimalle olumsuzdur. Hele bir de bu şekilde ünlendiyseniz insanların sizinle rahatça ve dürüstçe konuşmayacağına emin olabilirsiniz. Bunu engellemenin en iyi yolu şudur; bir dahaki sefer gerçekten öfkelenmenize sebep olacak bir durumla karşılaştığınızda çenenizi kapalı tutarsanız, karşınızdakiler ne kadar öfkeli olduğunuzu anlayamaz(!).
8. Olumsuzluk veya “İzin verin, neden işe yaramayacağını açıklayayım” tutumu: Bazı insanların prensip gereği sürekli olarak, negatif olmak gibi bir alışkanlığı vardır. Bu insanları ailenizde, çevrenizde ve iş yerinizde mutlaka görürsünüz ve bilirsiniz. Bazen kendilerini “gerçekçi”, bazen de “şeytanın avukatı” olarak adlandırırlar. Olumsuzluk onların otomatik tepkileridir. Bu davranış, yukarıda bahsedilen; 2. 4. ve 5. maddelerin bir karışımı gibidir. Her ne kadar yardımcı olma isteği gibi görünse de aslında asıl verdiği mesaj, “sen bu işi bilemezsin”’i içeren bir negatifliktir.
9. Başkalarından bilgi esirgemek: Kasıtlı olarak bilgi esirgemek, gereğinden fazla yorum yapmanın tam tersidir. Burada karşı tarafa gerekli bilgi verilmekten kaçınılır. Asıl amaç elbette güç kazanmak ve bu gücü paylaşmamaktır. Sebebi ne olursa olsun, bir bilgiyi paylaşmadan istenilen sonuca ulaşıldığı durumlar çok nadirdir. Bu şekilde, bir avantaj kazandığınızı veya var olan gücünüzü pekiştirdiğinizi düşünebilirsiniz, ancak asıl yaptığınız şey aslında sadece güvensizliği arttırmaktır.
10. Karşımızdakini hak ettiği şekilde takdir etmemek: Bu bilgi esirgemenin kardeşidir. Bir kişiyi başarılı çalışmasından dolayı takdir etmemek ile sadece adaletsizliği körüklemiş olmakla kalmaz, aynı zamanda söz konusu kişiye elde ettiği başarıdan kaynaklanan duygusal hazzı tatmaktan mahrum bırakmış olursunuz. Takdir, hak edilen paha biçilmez başarı ödülünü içeren mücevher kutusunun etrafına sarılmış kurdele kağıdıdır. Takdir yoksa, hediye eksik kalır. Sadece başarıyı takdir etmiş olursunuz, galibiyet sevincini değil.
11. Hak etmediğimiz itibara sahip olduğumuzu iddia etmek: Bu durum, karşınızdaki kişiyi hak ettiği şekilde takdir etmememin üzerine tuz biber eker. Bu tıpkı tek seferde işlenen bir çifte cinayet gibidir. Bir toplantıda öne sürmüş olduğunuz ve herkesin takdirini kazanan bir fikir, gerçekten sizin miydi, yoksa bunu o odadaki bir kişinin söylediği benzer bir fikirden ilham alarak mı buldunuz? Başkasına hak ettiği itibarı vermenin en kolay yolu, başarıyı ve kazancı paylaşmaktır.
12. Bahaneler uydurmak: Bahaneler iki kategoriye ayrılabilir; doğrudan ve dolaylı bahaneler. Doğrudan bahaneler öne sürerken kendi genetik özelliklerinize sığınıp, “üzgünüm, ne yazık ki ben böyleyim” söylemini öne süreriz. Dolaylı bahaneler ise çoğunlukla, trafik, asistanımız, telefonumuz, bilgisayarımız ile meydana gelen beklenmeyen bir durumları içermektedir. Başkalarına uydurulan bahanelerden daha da kötüsü kendimize uydurduğumuz bahanelerdir. “Ben zaten … konusundan hiç anlamam” demeyi bırakıp o işe dört kolla sarıldığımızda bu işte mutlaka bir ilerleme kaydedebiliriz.
13. Geçmişe takılıp kalmak: Kendinizi hiç, “ben senin yaşındayken…” ifadesi ile başlayan ve kendinizden iftiharla bahsedeceğiniz bir hikayeye başlarken buldunuz mu? Burada bahsedilen şey, geçmişteki başarılara veya başarısızlıklara gereğinden fazla takılmak ve bunların arkasına sığınarak ileriye bakmaktan kaçınmaktır.
14. Adam tutmak: Emriniz altında çalışanlarla ilgili 3 soru sorduğunuzu farz edin; 1. Beni ne kadar seviyorlar? 2. Şirkete ve müşterilere ne kadar katkıda bulunuyorlar? 3. Onları ne kadar olumlu olarak değerlendiriyorum? Şimdi dürüstçe cevap verin; 1 ve 3. soru arasındaki korelasyon mu daha güçlü, yoksa 2 ve 3. soru arasındaki mi? Eğer ilk korelasyon daha güçlü ise siz de ne yazık ki dalkavukluk rüzgarına kapılmış ve insanları performansları yerine görünürde sizi ne kadar sevdikleri ile değerlendiriyorsunuzdur. Bu da bizi sahte bir övgünün keyfini süren içi boş bir lider yapar.
15. Pişmanlığı dile getirmekten çekinmek: Pişmanlığı dile getirmek, günah çıkarmak gibidir; “üzgünüm” dersiniz ve rahatlarsınız. Buna rağmen pek çok kişi için bunun pratiğe dökülmesi oldukça zordur. Bazıları bunu yenilgiyi kabul etmek olarak algılar ve her zaman kazanan kişi olmak için yanıp tutuşurlar. Ancak şunu bilmesiniz ki, iş yerlerinde veya özel hayatında, özür dilemekten çekinen insanlar, üzerlerinde “umurumda değilsin” yazan t-shirt’ler ile gezer gibi algılanır. Bu nedenle, ön yargılarınızdan ve zafer takıntınızdan sıyrılın. Yeri geldiğinde özür dilemekten çekinmeyin, emin olun bu sizi daha büyük biri yapacaktır.
16. Dinlememek: İş dünyasında en çok işitilen şikayetlerden birisidir. İnsanlar her türlü kabalığa tolerans gösterebilirler ancak, karşısındaki kişi tarafından dinlenilmemek onlara şu mesajları gönderir; “umurumda değilsin, seni anlamıyorum, yanlış düşünüyorsun, zamanımı boşa harcıyorsun vb.” İnsanların bu mesajlara rağmen sizinle tekrar konuşmaları bir mucizedir.Bir başkası konuşurken parmaklarınızı masaya vururken buluyorsanız buna hemen son verin. Sürekli “sıradaki!” diye bağırıp durmayı bırakın ve sabırsızlık göstermeye son verin. Bu sadece kaba ve rahatsız bir davranış olmakla kalmaz, çalışanınızı kendisine başka bir patron aramaya sevk eder.
17. Karşımızdakine duyduğumuz minnettarlığı ifade etmemek: İnsan ilişkilerinde “özür dilemek” kadar “teşekkür etmek” de hoş ve sihirli bir jesttir. Hatta söyleyecek hiçbir şey bulamadığınız zamanlarda bile rahatlıkla söyleyebileceğiniz ve karşınızdaki kişiyi asla rahatsız etmeyecek bir kalıptır. “Teşekkür ederim” demek için üstün bir beceriye de sahip olmak gerekmez. Sadece ağzınızı uygun bir şekilde bükmeniz, ses tellerinizi germeniz ve toplam 6 heceden oluşan bu iki kelimenin dudaklarınızın arasından süzülüvermesini ve sizi duyabilecek mesafedeki herkesin dört köşe olmuş minnettar kulaklarına ulaşmasına izin vermeniz yeterlidir.
18. Elçiye zeval vermek: Bu durum, müdürünüzden bir görüşme talebi için asistanına gittiğinizde aldığınız olumsuz bir cevap üzerine verdiğiniz ters bir tepki de olabilir, bir toplantıda kötü bir haber veren bir iş arkadaşınıza yolladığınız ters bir söz ve mimik de. Eğer amacınız insanların sizinle iletişimini keserek her türlü fikir paylaşımını engellemekse bu konudaki imajınızı sağlamlaştırmalısınız. Yok eğer bu kötü alışkanlığa son vermek istiyorsanız, öncelikle derin bir nefes alıp “teşekkür ederim” diyerek işe başlamalısınız. Bilmesiniz ki, elçiye zeval olmaz.
19. Sorumluluğu başkasına yüklemek: Bir tutam zafer takıntısı, bir tutam bahaneler uydurmayı alın. Bunu özür dilememek ve başkalarına hak ettikleri takdiri göstermemek ile karıştırın. Üzerine az miktar elçiye zeval vermek ve öfkelenmek ile süsleyin. İşte suçu başkasına yüklemeği elde ettiniz. Hatasını üstlenmeyen bir lider, arkasından savaşa gözü kapalı gireceğimiz biri değildir. İçgüdüsel olarak bu kişinin kişiliğini, güvenirliğini ve ona karşı sadakatimizi sorgularız. Böyle davranarak her ne kadar itibarımızı koruduğumuzu düşünsek de aslında gerçekte onu tamamen yok ediyoruzdur.
20. Aşırı derecede “kendim olma” isteği: Bazen hepimizde aşırı derecede “ben-merkezli” olma durumu ortaya çıkar. Eğer siz de randevularınızı sürekli kendi programınıza göre erteliyorsanız ve insanların planlarını alt üst ediyorsanız, sizi arayıp bulamayan kişilere geri dönecek zaman (!) bulamıyorsanız, ne kadar kırıcı ve gereksiz olduğunu düşünmeden her aklınıza geleni söylüyorsanız, sizin için de tehlike çanları çalıyor demektir. Bu durumun en temel bahanesi; “ne yapayım, ben böyleyim”’dir. Kendi yapımıza olan bu sapkın sadakatimiz, yukarıda yazan tüm bu olumsuz davranışları değiştirmek için en temek engeldir. Bu nedenle belki de tersten başa giderek öncelikle kendimizin değişebileceğimize olan inancı ortaya koymalı ve uzun süreli pozitif değişimi hayata geçirmeliyiz.
Bu değiştirilmesi gereken 20 alışkanlık ve kısa açıklamalarını yukarıdaki gibi özetledim. Bu özet ile yetinmezseniz kitabı D&R’larda bulabilirsiniz. Sadece 227 sayfa ve son derece kolay okunuyor.
Ben bu kitabı okurken çok keyif aldım, çok faydalandım ve herkese tavsiye ederim. Bu 20 alışkanlığın dışında doğru teşekkür etme ve özür dileme teknikleri, geribildirim/ileribildirim verme yöntemleri gibi farklı başlıklar altında da bir çok örnek var.
Ayrıca, yazarın anlatımı hoşuma gittiği için, ikinci ve son kitabı “
MOJO – How to Get It, How to Keep It, How to Get It Back If You Lose It”’i de dün satın aldım. İlk fırsatta bunu da okuyacağım.